blog-page-banner

Mimari Tasarımın Teknoloji İle Etkileşimi

Bütün mimarlık tarihi boyunca teknolojinin, mimari teori üzerindeki etkisinden ziyade malzeme üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bu etki mimariye yeni anlamlar vermede ve yeni sonuçlar almada güçlü bir rol oynar. Sanayi Devrimi sonrası başlayan toplumsal değişimlerle, insan gücü yerine makine gücü kullanımı başlamış ve modern mimarlığın doğmasına olanak sağlamıştır.

20. yüzyıl başlangıcında ortaya çıkan bütün öncül hareketler makinenin sağladığı olanakları kullanarak çağa ayak uydurmaya çalışmışlardır. Bu öncül hareketler arasında Fütürizm, Konstrüktivizm, De Stijl, Bauhaus ve Art Nouveau gibi mimariyi etkisi altına alan akımlar vardır.

19. yüzyılda başlayan çelik-cam yapılar, 20. yüzyılın devamında farklı arayışlarla yerini daha karmaşık ve daha zengin saydamlığa bırakmıştır. Bu yaklaşım günümüz mimarlığında da etkilidir. Saydamlık ve hafiflik teknolojiyi ifade biçimi olarak kullanan mimari tasarımların değişmez özelliklerindendir. Işığın iç mekâna alınmasındaki rolünden dolayı saydamlık, mimarlık için her zaman önemli olmuştur. Saydam yapı malzemelerinin Sanayi Devrimi’nden sonra teknolojik olarak geliştirilmesi 20. yüzyılda mimaride önemli rol oynamıştır. 20. yüzyılın başında cam perde duvar kullanımı ile iç mekân ile dış mekân arasındaki sınırlar ortadan kalkmış ve iki mekân arasında görsel süreklilik sağlanmıştır.

Mimarlık tarihinde Crystal Palace kadar önemli bir yer tutan çok az yapı bulunur. 1851 yılında Joseph Paxton tarafından tasarlanan bina, ilk büyük dünya fuarına ev sahipliği yapmak için Londra’da Hyde Park’ta inşa edilmiş ve binada benzeri görülmemiş ölçekte demir ve cam kullanılmıştır. Bu boyutta dünyada bir ilk olan bina, Sanayi Devrimi teknolojisinin örneklerini sergilemek için dünyanın dört bir yanından gelen 14.000 katılımcıya ev sahipliği yapmıştır. İç yüksekliği 39 metre, uzunluğu 564 metre olan 92.000 m2‘lik sergi alanı, dönemin eleştirmenlerine göre “tüm gezegen kadar geniş görünüyordu”. Ancak bu muhteşem yapı, 1866 ve 1936 yıllarında çıkan yangından sonra onarılsa da, son yangında sadece birkaç kule ayakta kalmıştır. Bu kuleler de II. Dünya Savaşı’nda Alman uçaklarının hedefi haline gelebileceği gerekçesiyle 1941’de sökülmüştür.

Crystal Palace, o dönemde üretilebilen en büyük boyuttaki cam levhaların modüler olarak bir araya gelmesinden oluşmuştu. Binanın geometrisi, şekli ve boyutu, doğrudan camın boyutlarıyla ilişkiliydi. 1900’lü yıllarda daha büyük cam levhaların üretimine olanak veren teknolojilerin gelişmesi yeni bir mimarlık anlayışını ortaya çıkardı ve camı modern mimarlığın temel malzemesi haline getirdi. Peter Behrens’in 1909 tarihli AEG fabrika binası 100 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğindeki cam cephesi ve çelik taşıyıcı sistemiyle mimariye köklü değişiklikler getirmiştir. AEG binasından önce pencereler taş binalardaki basit açıklıklardı sadece; cam olabilirlerdi ama camın kendisi aslında önemli değildi. Behrens, AEG binasında ilk defa cam, çelik ve betonu birlikte kullanarak kalıcı bir etki yarattı.

AEG binası ile başlayan şeffaflık fikrini ileriye taşıyan Mies Van Der Rohe, çelik ve cam teknolojisine daha iyi cevap verecek yeni bir bina tasarladı ve New York’taki 1958 yılında Seagram Binası ile mimariye yepyeni bir dil getirdi. Cam cephe sisteminin asıldığı çelik iskeletten oluşan bina, zarif ama güçlü mimarisiyle “az çoktur” felsefesini en iyi şekilde yansıtır. İşlevsel estetiğin en güzel örneklerinden biri olan yapı, aynı zamanda seri üretimin de ilk örneklerinden olmuştur.

1959’da başlayıp 1973’de tamamlanan Sydney Opera Binası, tasarımın bilgisayar programı tarafından test edildiği ilk yapılardandır. Ove Arup’un Jørn Utzon ile beraber prekast beton kabukların tasarımını geliştirdiği projede mühendislik ekibi Arup, taşıyıcı sistemin hesaplarında erken bilgisayar teknolojisini kullanmıştır. 1982’de ise IBM, CATIA mekanik tasarım sisteminin ilk versiyonunu açıkladı. CATIA’nın keşfi, Frank Gehry’nin daha yaratıcı olmasını ve Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin gerçekleşmesini sağladı. Günümüzde parametrik ve bilgisayar destekli mimarisiyle zaman zaman eleştirilen Zaha Hadid’in binaları mimari okullarda öğretilmekte, üç boyutlu yazıcılarda maketler yapılmakta, bilgisayar programlarıyla mühendislik ve çevresel etki analizleri incelenmekte, robotlu inşaat teknolojileri geliştirilmektedir.

 

Mimarlık; tarihin etkisinde, estetik değerlerler çerçevesinde şekillenir, kültürel bir ifade ve teknik bir başarıdır. Ancak, mimarinin gerçekleşmesinde ve anlaşılmasındaki en önemli bileşen teknolojidir. Teknoloji, mimari hayal gücünü biçimlendirir ve yapıda kullanılan malzemeleri, mimarinin sınırlarını belirler. Teknolojinin avantajları bizi, yeni düşünce ve üsluplara yöneltir. Bugün, mimari projelendirmenin Rönesans mimarlığıyla ve hatta 20 yıl öncesiyle bile aynı olmadığını görüyoruz. Bilgisayarların tasarıma entegrasyonu, daha kolay, daha hızlı ve daha doğru bir şekilde karmaşık binaları inşa etmemizi sağladı. Günümüzde dijital bilgi yoluyla binaları temsil ya da ifade etmenin, üretmenin ve inşa etmenin yollarını buluyoruz. Bilgisayarların desteği, temel tasarım prensipleriyle birleştirildiğinde yüksek kaliteli, sürdürülebilir bir mimari yaratabilmemizi sağlıyor ve mimarlığı tüm topluma faydalı bir disiplin haline getirmeye aracılık ediyor.

“Mimarlık, ışıkta bir araya getirilmiş biçimlerin doğru ve muhteşem öğrenilmiş oyunudur.” – Le Corbusier

Alper ÇİLCE

Mimar / İç Mekân Tasarımcı

Sosyal Medyada Takip Et
Instagram
YouTube